9 Ekim 2010 Cumartesi

ARDA, ilk 11 ve MESUT


Arda'sız rakip kaleye gidemeyen tek takım artık sadece Galatasaray değil, buna milli takım da eklenmiş oldu dün itibariyle. Hadi birinin Arda'nın sakatlık haberine tahammülü olmadığını ama nasıl olur da bir oyuncuya bu kadar bağlı kalınabildiğini zaten haftalardır tartışıyoduk da bir ülkenin küçükten büyüğe 'pubis' sakatlığının nerede oluştuğunu, tedavisinin ne kadar sürebileceği ve ameliyat edilirse kaç hafta oyuncuyu etkileyebileceğini ezberlemesini tahmin etmemiştik. Kadroya seçilebilecek oyuncu konusunda heralde iki takımın yetkilerini tartışmak da saçma olur. Ancak maalesef Arda'sız milli takım Almanya karşısında 1 dakika bile rakip sahada kalamayacak derecede vahim bir duruma gelmiştir. Peki bu geri kalan tüm oyuncuların kalitesiyle mi ilişkili?

Aslında hayır. İlk 11'deki oyunculara bakınca Volkan, Servet ve Ömer dışında top tekniği kötü olmayı bırakın vasat olan oyuncu bile yok. Yani hepsi derinlemesine pas, ters kanada uzun top, bire birde çalım atabilecek, topu saklayabilecek ve etkili şut atabilecek oyuncular. Sorun şu ki biz Guus Hiddink'ten ne istediğimizi ona tam olarak anlatamayışımız. Bir sistem kurmasını ve bir ekol oluşturmasını mı bekliyoruz; yoksa bir an önce bizi kısa vadedeki her turnuvaya katılan bir takım haline getirmesini mi? Öncelikle Hiddink'in kafasındaki tereddütleri gidermeliyiz, ondan sonra o beklentiye göre takımı seyretmeliyiz.

Muhtemelen ikinci seçeneği istediğimizi düşünüyor ki Hiddink ve ekibi ona göre aday kadro oluşturuyor. Yani kulüp takımı gibi belli oyuncularımız var ve onlardan sakat olmayan ya da formda olan kim varsa ona göre ilk 11 şekilleniyor. Sadece sürpriz 1-2 oyuncu değişikliği oluyor aday kadroda. Hedef buysa yapılan bu tercihler doğrudur ancak en büyük yanlış ilk 11'imizi de aday kadro gibi ezbere sayamayışımız.

Dünkü maçtan önce muhtemel ilk 11'leri veriyordu çoğu kanal. Heralde Almanya'nın bir oyuncusunu bile şaşıran olmadı hatta Schweinsteiger'in yerine Kroos'un oynayacağından bile herkes emindi. Peki bizim düşünülen kadromuz nasıldı? Bir örnek veriyim; sol bek İsmail, sağ açık ya da forvet Hamit, sol açık ya da forvet Tuncay ve önlerinde Mevlüt. Diziliş tahmin edilemediği gibi oyuncular da farklı. Sabri ve Hamit, herkesin tahminimce ilk 10 dakika kendi sağını ve solunu şaşırmasından sonra "Aa solda oynuyorlar." demesine yol açarken, Tuncay ve Mevlüt yerine de Özer ve Halil başladı maça. Oyuncuları hiç eleştirmiyorum ama onlar bile kimin oynayacağından habersizken maç içinde bir pas organizasyonunu ya da  bir oyuncunun diğer arkadaşının ne zaman ne yapacağını bilerek hareket etmesini bekleyemeyiz.

Löw de Almanya'ya yepyeni bir ekol getirmedi ancak çok kolay uygulanabilecek 4-2-3-1 dizlişi ve her zaman bir aksilik olmazsa aynı oyuncuların oynadığı bir takım yarattı. Yani İspanya'dan sonra dünyadaki ikinci kulüp takımı gibi oynayan ülkeyi. İspanya hep aynı sistemle oynayarak bunu başarmış olmasıyla farklı tabii ki de ama madem İspanya olamıyoruz, Almanya olalım.

Peki Arda olsa ne değişecekti? Şöyle ki Arda; Lincoln'le samba yapar, Misimovic'in dilinden anlar, Guti'nin pasını algılar, Niang'ı karşı karşıya bıraktırır, Nuri'yle, Emre'yle, Hamit'le ve Halil'le de çok iyi anlaşır. Yani bir nevi sıkışınca 'at finke' durumudur. Onun için bu kadar değerli ve gerekli.

                    
Son olarak Mesut Özil'e değinmeden duramıycam. Fatih Terim'in "Biz kimsenin peşinden koşmayız." lafını ve aynı zamanlarda Löw'ün onun peşinden koşuşunu hatırladıkça sonuna kadar hak veriyorum Mesut'a ve tüm kültürünü ordan alan bir oyuncunun bu seçimi yapması çok ama çok doğaldır diyorum. Gurbetçilerin yuhalayışını sanırım Türkiye'den bakarak anlayamayız ama bize attığı gole sevinenlerden biriyim ben de. Sevinebilrdi de çılgınlarca ancak golden sonraki tavrı bile beni hayran bırakmıştır. Gururlandım ne diyim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder