2 Ekim 2010 Cumartesi

Oyunun Hakkı


Her şeyden önce galip tarafın hakkını sonuna kadar verelim, sonra bizimkilere odaklanalım. Karabükspor, hiç seyretmemiş biri için şu tür yorumlara açık bir takım: 10 kişiyle kapan kapana bildiğin kadar, sonra da topu kapınca şişir Emenike'ye, o nasıl olsa pozisyon yaratır. Böyle değil işte. Alışmışız forveti güçlü olan anadolu kulüplerinin bu taktikle oynadığına, hele ki büyük denilen takımlara karşı. Ancak özellikle ilk yarıda orta sahayı bilinçli paslarla geçen, ileride basan (gerçi Galatasaray'a karşı tüm takımların yapmaya çalıştığı şey ama), sıkışınca da Emenike'ye direk pas atıp etrafında çoğalan bir ekip Karabük. İlk 60 dakikada da hep böyle oynayarak sayısız gol pozisyonu ürettiler. Emenike'yi biraz da olsun durdurmuşken rakip, yine de çok rahat kanatlara ve savunmanın arkasına sızabildi birçok oyuncu. Bunun için penaltıyla yakından ilgisi olmayan bir pozisyonla değil gerçekten dişli bir rakibe direnç gösteremediği için yıkıldı Glatasaray,

Sarı kırmızılı ekibe gelince; sanırım ilk kadrodan başlamak lazım. Rijkaard'ı tanıdığımız kadarıyla en ufak bi sakatlık şüphesi de olsa, hazır olmayan hiçbir oyuncuyu ilk 18'e almaz. Peki bu varsayımla yola çıkarsak neden Barış Özbek'le başladığını ben kendime açıklayamıyorum. Hızlı bir takım olan İBB'ye karşı hızlı 2 kanat oyuncusuyla başlayarak alkış alan teknik heyet, bu maçta niye Aydın'a şans vermediğini bilemiyorum. Zaten asıl yeri forvet olan bir oyuncu sahada yokken bir de orta sahayı yavaşlatırsanız kaleye gitmeye zorlanırsınız. Galatasaray Misimovic'in 2. yarıda kaçırdığı gole kadar ceza sahası çevresinde en ufak bir organizasyona giremedi (tabii duran topları saymazsak). Bunu ne rakiple ne de saha zeminiyle açıklayabiliriz. Peki Aydın ilk yarının ortasında oyuna girdiği halde niye işler düzelmedi? Çünkü Aydın, Misi'nin yapması gereken işlerle meşguldü. Pas organizasyonunu sağlamaya çalışan tek oyuncuydu sahada. 


Kewell'a gelecek olursak keşke kanat oynasaydı en azından verimli olabilirdi denilebilir ancak o kötü sahada savunma oyuncularıyla baş edebilecek tek oyuncu maalesef kadrodaki onun için çok doğru bir seçim ve gerekenleri de yapmaya çalıştı. Gökhan Zan bence Emenike'yi yeterince durdurdu, yani Servet olsa böyle olmazdı dememek lazım çünkü Gökhan en iyi şekilde baş edebildi Emenike'yle. Zaten gol pozisyonlarına da Emenike değil diğer oyuncular girdi. Pino ve Misimovic ise her geçen gün hayallerimizi yıkmaya devam ediyorlar. Ne Keita ne Lincoln var sahada ve yeni diziliş kesinlikle bu tarz 2 oyuncuya aç. Özellikle Misi'nin kumaşını bilmemize rağmen neden hala takıma ayak uyduramadığını bilmiyoruz. Ancak çok büyük bir parantez açmak lazım ki duran topları bu kadar etkili kullanan bir oyuncu hatırlamıyorum son zamanlarda. Bu kadar mı iyi kesilir toplar evet heralde bu kadar :) Yine de hiçbir oyuncunun bu topları değerlendirememesi de çok çalışmamız gerektiğini gösteriyor.

Hakem sanırım bu hafta Şampiyonlar Ligi'ni çok seyretti ki ilk gördüğü pozisyona penaltı çaldı. Baktı ki Cüneyt Çakır Barca maçında 2 penaltı çaldı herkesten alkış aldı, dedi ki ben niye yapmıyım. Bu yolda ilerleyin siz, ancak TV'den seyredersiniz Barcelona'yı. Hiçbir faul pozisyonunda hata yapmayan Çakır'a bakın, bir de dünkü hakeme. Yazık cidden. Bir yazık da federasyona. Zemini kötü diye İnönü'den Sami Yen'e maç alırsınız sonra da dünkü stadda maç oynanamaz diyemezsiniz. Siz marka değeri peşinden koşmaya devam edin belki daha çok para veren sponsorlar çıkar da kendinizi kandırmaya devam edersiniz.

Son olarak, başın sağolsun Frank Rijkaard...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder