30 Ağustos 2010 Pazartesi

KÖPEKLER İSTEDİ DİYE ATLAR ÖLMEZ!


Herkese ders vermek lazım bu ülkede, hadlerini bildirmek lazım. Nezaketten, laftan, sözden anlamaz bu adamlar. Kendilerini bi bok zannederler çıkar her türlü açıklamayı yaparlar, nereden geldiklerini unuturlar. Rant uğruna, reyting uğruna her şeyi yapmaya hazırdırlar. Hangi tarafta oldukları önemli değil; ister futbolcu ister teknik direktör ister medya mensubu olsun. İş ahlakı olmayan adamdan hiçbir kuruma hayır gelmez.

Galatasaray Camiası içinde eleştiriler, sorgulamalar, tartışmalar hatta küçük kavgalar bile olur. Taraftar çıkar 'istifa' der, yönetim birbirine sataşır, teknik direktör oyuncusunda suç bulur. Ama hepsi ahlak çerçevesi içinde olur, olmalıdır. Biz herkesi eleştiririz arkadaş, onlar bizim canımız, bizim sahadaki aynamız. Biz boşuna 'siz tribündeki biz, biz sahadaki siz' demiyoruz. Onlar da gelir bize çıkışır yeri geldiğinde, bunlar camia içinde aile içinde olur. Bunu da kimse anlayamaz.

Ama sen çıkar yok biz Galatasaray değiliz, sert takımız, Bursayı yeneriz; yok maçın favorisi biziz mantıken yenmemiz lazım; yok Rijkaard hoca değil; yok taraftar para için takımı satıyo; yok Adnan Sezgin gazeteye ilan versin oyuncu arıyorum diye; yok usülsüzlük var ama elimde belgem yok falan dersen orada dur demesini de biliriz, bilmeliyiz.

Eskişehir maçı bahsettiğim herkese KAPAK OLSUN! Sabah açıklanacak transferler de üstüne cila olsun. Bundan sonra da camiadaki herkes insanlara laflarını yedirtmeleri için savaşmalıdır. Galatasaray hepinizin toplamından büyüktür. Küçümseyenlerin sonu hiç iyi olmayacaktır. Gereken cevap verilmeye devam edecektir.

29 Ağustos 2010 Pazar

2010 Dünya Şampiyonası: C Grubu analizi (1)



Bugün Ankara Spor Salon'unda bulunduğum için sadece 2. yarısını canlı seyredebildiğim Galatasaray maçıyla ilgili yazı yazmayacağım. Ama 2 günlük şampiyonayla ilgili bikaç şey karalayabilirm. Öncelikle salondan başlayalım. Yeni salon televizyondan görüldüğü gibi sahaya çok uzak ve görüş açısı neredeyse sıfır tribünlerden oluşmuyor. Çok değişik ve sıradışı bi mimarisi var, tribünün arkasındaki ihtiyaçlar ve alışveriş kısımları ise ferah, düzenli ve yeterli. Açıkçası ben beğendim.

Gelelim takımlara...
ÇİN: Yao Ming'in yokluğunda favoriler arasından çıkmaları çok normal ama onun gölgesindeki oyuncuların gün ışığına çıkınca ne yapacakları gerçekten merak edilen bir takım. Genel oyun yapıları aslında çok fazla çeşitliliğe dayanmıyor. 7 numara Wang Shipeng'in önce içeriyi karıştırıp sonra da dışarıda boşta bekleyen bi arkadaşına asisti ya da içerideki 11 numaralı Yi Jianlian'ı topla buluşturma çabası başrolü oynuyor takımda. İmkan bulsalar tüm topları Yi'ye indirecekler, haklılar da çünkü pota altına geldiği anda durdurulması çok zor bi oyuncu, dış şutları da fena değil; takımın Yao'dan sonraki yıldızı diyebiliriz. Diğer bir etkliisim ise 14 numaralı Wang Zhizhi; boyunun gerektirdiği gibi içeride değil tam tersine dışarıda tehlikeli, sürpriz üçlükçü (sürpriz de değil aslında). Yalnız Çin'de ne pas organizasyonu ne de savunma yerleşimi iyi. Alan savunması dışında neredeyse pek bişey düşünmeyen takım, bunu da beceremedikleri gibi sayısız 3 sayı atışı imkanı tanıdılar şimdilik turnuvada. Rahat yenebileceğimizi ama grup 4. olarak görebileceğimiz bir takım.
                
                                                                         
FİLDİŞİ SAHİLİ: Sadece hızlı hücumdan ekmek yiyebilecek onun dışında ciddi zaafları olan bir takım. Sete sette hiç bilinçli bir hücum oyunu uygulayamıyorlar. Fiziksel açıdan da özellikle pota altında çok yetersizler. Jonathan Kale biraz savunma öne çıkıyor, Mohamed Kone ise anlatıldığı kadar takımın yıldızı olabilecek bir oyuncu profili çizmedi bize. Konate ve Diabate'nin hücumda etkileri sayesinde Çin'i zorlasalar da bu gruptan galibiyet alamadan sonunculuğa mahkum olacaklar gibi.
                                 


YUNANİSTAN: Onlar da önemli oyuncularından eksik bir şekilde gelmelerine rağmen turnuvada tecürebesiyle en çok çekinilen takımlardan. Nikos Zisis takımı çok iyi yönlendiriyor birçok arkadaşına boş şut imkanı yaratabiliyor, Vassilis Spanoulis ise takımı her zaman sırtlayabilecek bir oyuncu; ki Porto Riko maçında son dakikalarda giden maçı almasını bildi. Eskiden alıştığımız gibi boş 3 sayılık buldular mı gözümü kapadığım takım gitmiş, şut oranı bir hayli düşen bir takım gelmiş. Çin maçında o kadar çok boş şut kaçırdılar ki Çin'i maça ortak ettiler. Grubun 2.si olacağını beklediğim, bizi ciddi anlamda zorlayabilecek tek takım.
                       


PORTO RİKO: Carlos Arroyo'dan çok şey beklenildiği sanılan ama çoğu kişiyi şaşırtan takım. Arroyo'ya topu vermeden oynadıkları her hücum hep bilinçli ve verimli. Takımın tartışmasız lideri Jose Barea. Takım arkadaşları durduğu anda o asla pes etmiyor ve kısa boyuyla rakip pivotlarına adeta meydan okuyor. Takımın düdüklere en çok reaksiyon veren ve itiraz eden oyuncusu. Arkadaşlarını sürekli oyunun içinde tutması ise turnuvanın sürpriz ekiplerinden yapıyor kendilerini. Yalnız yine de sorumluluk üstlenen oyuncu eksikliğinden maçın tamamına ortak olamıyorlar sanırım bu biraz da önceden Arroyo'ya bağlı br takım olmalarından dolayı. Maalesef grubu 5. bitirirlerse şaşırmayın.            
                        


RUSYA: Viktor Khryapa'nın ha döndü ha oynayacak bilmecesinin sürdüğü bir ortamda, takım olarak çok iyi uyum içinde olan disiplinli bir Rusya var karşımızda. David Blatt Türkiye'yi ve seyirciyi tanıyan bir koç, onun için psikolojik anlamda da takımını çok iyi hazırlamış ve sahada oyuncularının oyundan düşmesine hiç izin vermiyor. Sasha Kaun ve Sergey Monya bizim maçta ipi çeken isimlerdi. Savunma hatalarını kolay kolay affetmeyen, her türlü fırsatı kollayan bir takım. Yunanistan maçı onların sıralamasını belirleyecektir ama ben 3. olacakları kanısındayım.
                                         


Son olarak seyirci ve atmosferle ilgili bir şeyler aktarmak gerek. Çok bilinçli ve etkileyici bir Ankara seyircisi var salonda. Zaten basketboldan anlayan bir şehir olmuştur her zaman benim güzel ve gösterişsiz Ankara'm. Bir önemli not da Yunanistan kimle oynarsa onu ciddi bir şekilde destekliyor seyirci ve hatta Çin ve Porto Riko inanın ki o maçlara ortak bile olamazlardı seyircinin desteği olmasa. Yabancı seyirci de bunun farkında. Bugün Hido'yu bile geri döndürdüler ya şimdiden alkışlamak gerek Ankara'yı. Ama sırf RTE anonsundaki tepkileri bile her şeye yeterdi.

27 Ağustos 2010 Cuma

Yazıklar Olsun!

Uefa'ya ileriki yıllarda katılabilmek amacıyla koskoca camiayı ticarethane gibi işleten Adnan Polat'a yazıklar olsun!

Elinde Emre Çolak, Aydın Yılmaz ve Serkan Kurtuluş varken sadece Arda'ya bağlı bir takım çıkaran ve maç sonunda da sahadakilerin kalitesizliğine isyan eden Rijkaard'a yazıklar olsun!

İki maçta da adeta topa vurmamak için elinden geleni yaparak bu kötü koşullarda bile turu geçebilecek ihtimallerin bir bir içine eden Hakan Balta'ya yazıklar olsun!

Bizleri sadece 2 dakikalık sevince layık gören tüm futbolculara yazıklar olsun!

Kızıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama acıyorum be Cimbom sana acıyorum...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

İyi Niyet, Kısıtlı Yetenek, Yanlış Rakip


Çok şanssız bi gün oldu dün. 30 korner, 30 orta açan bi takım; çoğu zaman rakibini tek kaleye kapatmış bi takım; tekrar ayağa kalkması gereken maça çok istekli çıkan bi takım evinde 2-0 yeniliyor. İstifa sesleri, sinir harbi derken sanki her şey bitmiş gibi de bi hava yaratılıyor. Aslında dünkü maçtan çıkınca kendi ruh halimi uzun süre anlayamadım. Bi yandan hafifce umuda karışan mutluluk, diğer yandan sıfır puanın gölgesinde acı sıkkınlık... 

Takımdaki iyi niyetin herkes farkında. Artık sahaya çıkan futbolcular kenardaki kıvırcık saçlı adamın dediklerini bir an önce yapmaları gerektiğini anlamış gibiler. Hırslı olunca, istedikleri zaman nasıl baskı yapıp rakibe top göstermediklerini de Karpaty maçının 2. yarısında görmüş oldular.

Kısıtlı yetenektan kastım, ileri üçlü dışındaki oyuncuların içinde pas aslışverişinde en yetenekli ismin Lucas Neill olması. Bu maçta çok iyi bi savunma örneği gösterse de Ali Turan, yine söylüyorum, iki bekin de savunma özelliklerinin daha iyi olması hücum adına çok büyük bir kayıp. Ayhan, Mustafa, Barış 3 lüsünden en göze çarpan isim bence çapa görevi yapan Ayhan'dı. Savunma ile orta blok arasındaki bağlantıyı iyi yapmaya çalıştı. Geriye koşuları ve dönen topları almadaki çabası da ayrı bi güzeldi. Barış; ARda ve Baros ile zaman zaman üçgnler kurarak pas organizasyonlarına girdi. (Karpaty maçında bunları neredeyse unutmuştu Galatasaray.) Mesela Arda bikaç kez sağ kanatta o üçgenlerin sonucu olarak bomboş orta yapma şansı buldu ama çoğu zaman driplingle içeri kart etmeye çalıştığı için hepsi kornerle sonuçlandı. En güzel atak ise 2. yarıda Barış'ın sağ kanatta Arda'nın pasıyla bomboş kaldığı pozisyondu. Sonucnda da Baros çok rahat bi golü kaçırdı. Mustafa Sarp ise artık yeni görevinden sonra tamamen savunmayı düşünmez olmuş. Geriye koşmayı bırak, topun kaptırıldığı bölgede pres bile yapmıyor. Hücum anlamında çok faydalı ama Lincoln varken bile orta saha geri dönüşlerde bu kadar yalnız kalmıyodu (Biraz abartmış da olsam Mustafa Sarp'ın derhal uyarılması lazım.)

Bu kadar kritik bi maçın son şampiyona denk gelmesi de ayrı bi şanssızlıktır. Tam tekrar ayağa kalkacağınız maçta, mücadele gücünüze yeiden kavuştuğunuz maçta Bursaspor'la karşılaşmamalıydı Galatasaray. Ama yine de yenilmesine rağmen çok güzel izler bırakmıştır o ayrı.

Son sözleri de hakem ve taraftara getirelim. Artık Galatasaray'ın Türkiye dışında oynayacağı maçlarla eski özgüvenini tekrar kazanacağı kanısındayım. Futbolcular son vuruşlarda o kadar ürkek davrandılar ki bu tamamen taraftarın baskısı yüzündendir. Çünkü kendine göre oyuncu seçip ıslıklamaya başlayan bi taratar takımına hiçbir katkıda bulunamaz, bu kötü günlerde de maalesef yanında durmuş olmaz. Hani iyi günde, kötü gündeydi; hani 14 sene beklemiştiniz(!); hani Galatasaray taraftarı diğerleri gibi değildi... Haldun Üstünel, Adnan Sezgin tezahüratları maç sırasında takımı motive etmez. Abdul Kader Keita tezaüratı ise, her ne kadar yönetime bi sitem olsa da, sahadakilere büyük bir saygısızlıktır. Her fırsatta Harry Kewell tezahüratı yapmak ise başta kaptan olmak üzere her futbolcuyu çok üzer, Kewell da dahil. Harry'i sevmek o kadar değildir, önce bi düşünüp anlamanız lazım onu. Bireden çok takıma önem verdiğini görmeniz lazım. Neyse taraftar konusuna başka bi yazıda gircektim ama durduramadım kendimi. Hakemler konusunda ise maalesef hala korkaklıktan ileriye gidemeyenleri gördükçe üzülmekten başka bişiy de elimizden gelmiyor. 

Ben Avrupa'da turu geçeceğimize yürekten inanıyorum, orda çok rahat oynayacaktır Galatasaray ve ruhunu bu toprakların dışında tekrar kazanacaktır.

20 Ağustos 2010 Cuma

Total mi, Ne Totali


Anlaşmasaydınız Kewell'la keşke, satsaydınız Elano'yu, Arda'ya da en az 15 milyon euro veriyolardı kurtarırdı bizi UEFA kriterlerinden. Geçen sezonun 2. yarısında takımı ileriye taşıyan tek adamı da (Giovanni Dos Santos) almadığınız iyi oldu, Baros'u da Beşiktaş istiyomuş, ona da ihtiyaç yok, onu da yollayabilirdik; belki en fazla gelir elde eden kulüp olurduk böylece. Adnan Polat maçta uff puff diyeceğine bunları da düşünmeli, taraftara da kulak vermeli adaşı konusunda.


Dünkü maçta takım hücuma çıkarken, pozisyona girmeye çalışırken gerilmekten karnıma ağrı girdi valla. Hiçbir pas organizasyonu gerçekleşemedi, daha doğrusu düşünülmedi bile. Arda tüm takıma çalım atmaktan yoruldu, orta sahadan kimse pas almaya gelmiyor; gollerde Kewell'ın bireysel çabası olmasa tur dün bitmişti Sami Yen'de. Total futbolun 'total'i kalmamış, 'futbol' desen doldur boşalta dönmüş. Bu orta sahayla 4-3-3 oynanmaz; bu kanat oyuncularıyla kanattaki forvetler içeri kat edemez, orta sahadan ileriye gidemez ve de hücum zenginleşmez. Ters kanada top atma da unutuldu. Şu anki zihniyet aynen Hasan Şaş 3 kişiye çalım atsın, ortalasın, Hakan vurur Ümit rövaşata çeker olmadı Nonda araya girer atar futbolu.


Madem transfer yapılamıyo, bir eleştri de Rijkaard'a getirmek lazım. Neden hazırlık maçlarındaki kadrolar denenmiyor? Emre Çolak'lı (ama orta sahada), Ahmet Kesim'li, Cumur Yılmaztürk'lü, Caner Öztel'li, Musa Çağıran'lı, Serkan Kurtuluş'lu takım asıl 4-3-3 dizilişle total futbolu sergileyen taraf değil miydi? Şimdi hiçbiri gözükmüyo etrafta, hatta takımda hücuma çıkcak bek yokken Serkan da akıllara geç geliyor. Kaleci konusu da bitmek bilmedi. Ufuk'u hiç göremiycez anlaşılan. Aykut hala güven vermiyor ve de Sami Yen'de oynadığı her Avrupa maçında artık aklıma 2-2 lik skorlardan başka bir şey de gelmiyor.


N'olacak bu orta sahanın hali demekten bıktık ama hala orta sahadaki değişimle çoğu sorunun çözümüne ulaşılabileceğine inanıyorum. Keşke geçen sezonun başlangıcını böyle yapsaydık da ileriye doğru adımlar atarak ilerleseydik. Maalesef takım günden güne geriye gitmeye devam ediyor. Transfer dönemi bitse de en azından eldeki kadroyla gerekli çözümler üretilmeye başlansa ancak hala transfer haberi bekleniyor ve ona göre takımda değişiklikler yapılacak anlaşılan. Umarım geç kalınmaz.

15 Ağustos 2010 Pazar

Sanmasınlar ki yenilgiye üzüldük


Üzgünüz arkadaş, evet üzgünüz...
Takımın oynadığı futbola değil, yenilgiye hiç değil. Sahadaki o sakat ruha üzüldük dün. Piskolojisi bozulmuş Galatasaray'ın, hem de çok. Hakem faul veriyor; kaptan yardımcı hakemin yanında bas bas bağırıyor, Gökhan yedek kulübesinden fırlamış hakemin üzerine yürüyor ama Rijkaard hepsinden önce hakemlerin yanına koşuyor. Neyse diyoruz, çok önemsemiyoruz olanları çünkü biz de sinirliyiz. 2. yarı başlıyor; Arda yanlış pas atan arkadaşı, kardeşi, canı, biricik Emre'yi dövmekten beter ediyor, Baros mahallenn delikanlısı gibi rakiple kafa kafaya giriyor, artık bizden biri olmuş Rijkaard ise rakip kulübeye elini sallayarak gidiyor, araya giren Ceyhun'u itekliyor. Şampiyonlar ligi yarı final maçında olmuyor bunlar, ligin bitimine 3 hafta kala da olmuyor. Açıklayamıyorum kendime ama bazı tahminlerde bulunuyorum bu olayların sebebini anlamak için:

-Haldun Üstünel yollanıyor Adnan Sezgin için ve hiç bir açıklama getirilmiyor. Rijkaard dahi herkesin kafası karışık.
-Önce, bu sene sadece yerli oyuncu transferi yapılacak deniyor sonra, Uefa kriterleri için herkes satılmaya çalışılıyor ve spordaki başarı unutuluyor.
-5 yabancı oyuncu alınacak deniyor, şimdi ise oladabilir olmayadabilir deniyor.
-Birkaç yüz bin eurolar için oyuncu transfer edilemediği gibi rakibe kaptırılıyor.
-Kaptanına laf atılıyor TV ekranlarında, hakaret ediliyor Twitter ortamlarında. Sen bir tepki koyamadığın gibi ilk fırsatta yeni stadın kapılarını açıyosun aynı insanlara.
-Günlerdir gazetelerde, başkan oyuncuyu satmaya gitti İtalya'ya, diye yazılıyor; satılamayacağı anlaşılınca çıkıp bizim satılacak oyuncumuz yok denilebiliyor.
 Ve sonuç olarak da takım kendilerinin arkasında duracak, güvenecek birilerini göremeyince sahada kendini korumaya kalkıyor. Koskoca camiada kendilerini sahipsiz hissediyorlar.

Kızgınız arkadaş, evet kızgınız...
Hala orta 3 lüde üst üste 2 olumlu pas yapacak adam olmadığı için, duran toplarda sürekli rakip oyuncunun biri boşta kaldığı için, rakip üzerine gelirken kendi oyuncunu bırakıp top kimdeyse ona hamle yapmaya çalışma gayreti olduğu için.

Öfkeliyiz arkadaş, evet öfkeliyiz...
Rakip oyuncular 15 dakika yerden kalkmayıp bas bas bağırdıkları halde otoritelerini kuramadıkları gibi baskı altına alınıp omuz omuza mücadelede faul yok diyemeyen, 5 dakika sonra penaltıyı veremeyen korkalara öfkeliyiz.
Umutluyuz arkadaş, evet her zaman umutluyuz...
Sinirle yazılşmış bir yazıdır bu, belki sonra keşke yazmasaydım diyeceğim satırlar da olacaktır. Yine de biraz sinirimi hafifletmiş olmamla birlikte umudun kaybedilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Herkes kenetlenecektir, sahip çıkılacaktır bu takıma eminim. Sadece kaos ortamından çıkılması yetecektir bu takıma. Ali Sami Yen'in, Metin Oktay'ın resimlerini gördükçe duvarlarda yeniden hatırlayacaklardır bu camianın adını.

8 Ağustos 2010 Pazar

Elano'nun durumu


Temmuzun son günleri gelmiş, ligin başlaması yakın. Sıcak, gecenin o saatlerinde insanları uyutmuyorken 3 farklı taraftar grubunun büyük çoğunluğunu pek etkilemiyordu ama yine de uyumuyordu hiçbiri. Bir haber herkesi şok etmişti. Bazıları, gerçekleşirse kendini çırılçıplak sokağa atacağını, bazılarıysa takımını kesin bırakacağını yazıyordu o forum sayfalarına. Inanmıyolardı; olamazdı, gerçekleşmezdi de zaten. İnanan kesim sessizce, sabırla bekledi ve haber doğrulandı: Elano Blumer Galatasaray'daydı.

Yaklaşık bir sene önce oldu bu olay ama çabuk unuttuk gibi o anları. Çoğumuz fm den de bilindik bi oyuncu olduğu için hemen oyundaki özelliklerine bakmışızdır; 16 dan düşük pek bi özelliği yok gibi. Sonra, dünyada az olan, iki yönlü bir orta saha oyuncusu almanın  muazzam gururunu yaşamışızdır. Hele ki o geceki yazılanlarla ilgili inanılmaz bi dalga geçme fırsatı da cabası. Peki kaç gündür ne tür bir oyuncu bekliyoruz sabahlara kadar? Aslında yeni bi Elano transferini.


Geçen sezona baktığımız zaman ilk maçlarında yavaş yavaş bir şeyler göstermeye başlamıştı Elano. Kayserispor'a attığı gol, Panathinaikos maçındaki performansı (özellikle de attığı gollerden çok Baros'a attırdığı gol) hücum anlamında ilk akla gelen şeyler. Savunma denince de heralde herkes o kontra ataklarda en son adam olarak kaldığı ve kritik müdahalelerde bulunduğu pozisyonarı hatırlayacaktır. 2. yarıda ise sakatlanana kadar takımın en iyisiydi hiç şüphe yok. Rijkaard'ın da biraz daha geriye çekmesiyle tam istenilen bir 2 yönlü oyuncu oluvermşti. Aslında Baros olsaydı o dönemde attığı paslar isatistiğe de asist olarak yansıyacaktı ama çoğu zaman pek olamadı bu. Sakatlıktan sonra da Dünya Kupası rüyasıyla kendini sakladığı da kaçınılmaz.
                                                                                                        
Şu an takımla çalışmış değil hala ve de yönetimin satmaya çalıştığı da büyük olasılıkla doğru gibi duruyor. Yerine ise Rosicky ve Ledesma geleceği söylentileri de bazı editörler tarafından ortaya çıktı. Gerçi biraz önce Ntvspor'a Rosicky'nin menajeri bu haberi yalanlamış ama çok iyi isimler düşünülüyo gibi. Elano da gitmek istiyor deniliyo ama ben geçen seneki bir söylemini hatırlıyorum ve ona güvenmek istiyorum hep: 'Ben buraya sözleşmemi sonuna kadar tamamlamak için geldim'. 

Topal'ı satıp Cana'yı, Keita'yı satıp da Pino'yu alan yönetim artık her oyuncuyu bir yenisiyle değiştirmenin politikasını bırakmalı diye düşünüyorum. Topal ve Keita ekonomik anlamda çözüm getirmeleri için satıldı, buna anlayış gösterilebilir ama Elano istenmediği için satılacak gibi duruyor ve bu bana çok garip geliyor. Dünya Kupasının da yıldızlarından biri olmak üzereyken sakatlanan bir oyuncunun neden beğenilmediğini anlamış değilim, yine de buna saçma sapan gazete ve televizyon yorumlarının çok büyük etki yaptığını düşünüyorum.

Rosicky, Ledesma ve Elano'yu kıyaslayacak değilim ama hazır elimizde aradığımız bir oyuncu varken yanına bir takviyeyle yola devam edilmesinden yanayım. Artık geç kalınmış mıdır bilemem belki de şu an gitmiştir bile Elano. Ben mi acaba çok farklı beklenti içine giriyorum Elano ile ilgili fakat takıma tekrardan kazandırılmalı ve de kesinlikle satılmamalıdır, onunla birlikte takım güzel günlere çok daha hızlı koşacaktır.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Yüzler tanıdık ama ruhlar farklı

Maçtan önce tv başına geçen herkeste pek de az olmayan bi şüphe vardı muhakkak. Acaba yıllar önceki bi kaza tekrar olabilir miydi? Karşı kıyıdan sezonun ilk kaza haberi gelmişti, hem de feci bi oyunla. Takıma güven de azdı, en azından bunu şuradan anlayabiliriz; önceki gece, bi söylentiye göre takıma katılabilecek 3 oyuncunun hayali içinde uyumadı çoğu taraftar. Bir gözleri resmi sitede diğer gözleri resmi kanaldaydı. Ama nedense maçtan sonra bende farklı bir mutluluk vardı ve bu sadece turdan kaynaklanmıyodu.

Sona bırakcaktım ama bahsedilmeyecek gibi değil. Eminim Cevad Prekazi herkese farklı bir hava kattı maç sırasında. Tatlı konuşmasıyla birleşen sade, sıkmadan, zeki ve her kelimesi araştırmacılık kokan o yorumları mest etti bizi. Ayakta alkışlamak gerek, çünkü ülkemizdeki her yorumcuya ders olacak niteliğindeydi. Bize de olaylara biraz daha olumlu bakmamız gerektiğini öğretti. "Rijkaard'ı kitap gibi okuyorum...Şaka" cümlesi bence her şeyi anlatıyo:)

Gelelim maça. Sahaya çıkan kadro yine pek yüzleri güldürmedi, özellikle orta 3 lü yine sıkıntı yaşıycak gibiydi. Sağ forvet mevkiinde yine Serdar Özkan vardı ve iş yükü kaptan ve büyücüye kalmıştı. Nedense çoğu oyuncuda bugün bi farklıydı, herkes başkasının rolüne girmiş gibiydi.

İyilerden başlayalım. 10 numara oyun oynadı bugün Mustafa Sarp hem de adeta 10 numara rolünde. Orta sahadaki pas alışverişini ve hücum bloğuna iletilen paslarda hep o vardı. Sadece asistine bakmayın o pastan bir sürü attı, oyun sıkışıkken hep açmayı başardı. Neredeyse geçen sene ilk yarıdaki Arda gibiydi. Aslında en büyük alkışı Frank Rijkaard'a yollamak gerek çünkü savunma ağırlıklı 2 linin önüne forvet arkası gibi de diyebileceğimiz mevkiiye Sarp'ı o koydu (Gerçi bu 3 lü diziliş ne kadar doğrudur tartışılır ama acaba Rijkaard hep bu sistemi mi deniycek ileride görücez.). Harry Kewell ise dört dörtlük bir santrafor gibi tüm topları Arda, Serdar ve Mustafa'ya aktarabildi, sürekli arkaya koşular yaptı, sırtı dönük top aldı, takımı ileride tuttu; adeta o da Milan Baros'tu bugün. Ayhan da zaman zaman  Mehmet Topal görüntüsündeydi ama çok uzun süreye yayılmadı bu görüntü.

Ne kötü ne iyi diyebileceğimiz bi oyun sergiledi kaleci Aykut Erçetin. Yan toplarda çok güvensiz ama en tehlikeli pozisyonlarda, karşı karşıyalarda inanılmaz iyi. O da benim aklıma Rüştü Reçber'i getirdi. Lucas Neill ise her geçen gün Meira'ya benzemeye başlıyor. Pasları doğru bir şekilde istediği yere iletiyo onda hiçbi sorun yok ama savunmasında bi düşüş mü var tam olarak bilemiyorum. Beni böyle düşünmeye iten şeyler ise dünya kupasında bikaç kez, bugün de golde ofsaytı bozmasıydı, bu hataları çok sık yapmaya başladı ama hala kendiliğinden mi yoksa yanındaki oyunculara güvenememesinden mi o kadar geride duruyor bilemiyorum. Loric Cana maalesef sahanın en kötüsüydü, çok yavaş ve hala fazla kilolarından kurtulamamış gibi. En kritik müdahaleyi yapması gereken yerde ya çalım yiyor kolayca ya da yetişemiyor rakip oyuncuya. Hücuma da pek katkısı olmadı. O da geçen sene 2. yarıdaki Mustafa Sarp'tı bugün. İşte bunlardan dolayı herkes başkasının ruhunu almış gibiydi.

Bu maç hala büyük eksikliklerin olduğunu göstermeye yetti takımda ama en büyük sorun yine orta sahada. Belki birazdan açıklanacak oyuncularla çare bulunabilir ama Rijkaard'ın tekrar sahadaki blokları(savunma,orta ve hücum) bir arada tutmanın çalışmasını yapması lazım, zaten her çalışmada da bunu ön plana çıkartıyor. Son olarak tekrardan 'Seviyoruz seni Cevad Prekazi'.


4 Ağustos 2010 Çarşamba

Başlangıç

Compañero... Yoldaş...
Okul tatile girmiş, staj bitmiş ve ardından Ege'nin güzel kıyıları arasında yolculuk ederken bir dinlenme tesisinde aldım Jorge G. Casta
ñeda'nın bu kitabını.

Inception... Başlangıç...
Uzun süredir gidemediğim sinemaya Leonardo DiCaprio'nun başrolünde oynadığı bu filmle ara vermiş olacağım birkaç saat sonra.

Ne kitabı okudum, ne de filme gittim. Ama yeni karar verdiğim blog yazılarıma onları da katmak istedim (onlar beni etkilemeden ben onları etkileyim dedim:)). Aslında uzun bir süredir istiyordum böyle bir şeyi ancak neden şimdi başladığımı ben de pek bilmiyorum. Yine de en büyük etken, hayatımda önemli bir yeri olan büyük bir AŞK.

Şu günlerde her türlü karşı unsura rağmen yürüdüğü DEVRİM yolundan geri adım atmayan, yine her zaman olduğu gibi bu topraklarda ilklere imza atmaya çalışan, kültür ve ahlakın simgesi olan bir aşk bu.

Bu aşkın adı GALATASARAY...